Acıyı anlamak
“Ne çok acı var”, böyle başlar Cahit Zarifoğlu “Yaşamak” adlı kitabına. Dünyada ne çok acı, ne çok gözyaşı var. İnsanoğlu acıyı taşımaya ne kadar muktedir.
Bir yanda evladını terk eden, evladını öldüren, öte yanda evladından eziyet gören, dışlanan, aşağılanan, beri yanda evladı olamayan…
Hangisi daha çok acı verir? Acının sıralaması var mıdır? Acıları yarıştırmak yakışık alır mı?
İnsanoğlu anlamalı, her acıyı ve onun muhatabını. Çünkü anlamaktan kaçmak yargılamanın ipine tutunmayı doğurur. Neticede sınanılmayan acı üzerinden konuşmak her halükarda kolaydır.
Bir üstadın da dediği gibi “Anlamak masraflı iştir; emek ister, gayret ister, samimiyet ister”. Anlamaktan kaçma lüksüne sahip değiliz. İnsanlığımızı üzerine bina edebileceğimiz bir tek “anlamak” kaldı elimizde. Bu yüzden insanların acısını anlamalıyız, bir bakıştan, bir cümleden, bir davranıştan. Çünkü anlamak, acıyı iyileştirmenin ilk basamağıdır.
Acıyı anlamaya çalışmak karşımızdakini kabul etmeyi gerektirir. Onun gözlüğü ile dünyaya bakmayı, yaşadığı şartları baz almayı ve bunlar eşliğinde kişiyi değerlendirmeyi içerir. Kızıldereliler bu duruma “başkasının ayakkabıları içinde bir mil yürümek” demiş. Başkasının ayakkabısı içinde bir mil yürüdüğümüzde onun acılarına yalnızca bakmış olmayız. Aynı zamanda o acıları görmüş oluruz. Çünkü bakmak ile görmek aynı şey değildir. Her bakan görebilseydi her gün bakılan sıradan manzaralar sanat eseri olamazdı. Onlara sanat eseri niteliği kazandıran her bakanın göremediği şeylerdir. İşte tam da bu yüzden görebilmeliyiz. Ancak görebilirsek insanların acısını anlayabiliriz ve insanların acısını anlayabildiğimiz oranda insanlaşırız.
Herkesin yükü kendine ağırdır, hakeza acısı da öyle. Acıyı anlamak yükü paylaşmaktır.
Bir varken bir yok olacağımız şu alemde yükü paylaşanlardan, acıyı anlayanlardan, başkasının ayakkabısını giyerek insanlara yaklaşanlardan olmak ümidiyle sevgili okur.