Ben, Cengin Ta Kendisiyim
Ömrün rüzgârı insanın üzerine kırbaç gibi indiğinde, yaşanmış onca acı kalbine bir hançer gibi sokulduğunda onun gönül deryasından atılmış oltasının peşine düşüp kancasına takılmak ne hoş… Usul usul ona doğru çekilmek, kavuşma anını düşlemek ne hoş...
İnsan gerçekten hiç kimse olmak istiyor mu?
Ölüler sütunu şehirlerde ruhları çarmıha gerilmiş suretler, umutlarından, hayallerinden, aşklarından, nefretlerinden vazgeçmeye hazır mı?
Zamanı geldiğinde saf vicdanlar hepimizin gözleri önüne serilecek.
Hiç mi korkmuyor insan?
Ordularımın ufka doğru arkamda sıralanmış olmasından gurur duyuyorum. Benim için savaşmaya hazır bunca askere minnet borçluyum. Bütün ses ve nefes bana ait. Bu sessizlik, bu kan donduran ortam aslında benim. Bunu istiyor muyum? Evet, istiyorum. Buna hazırım.
Karşımdaki rakibim, dönüşü olmayan bir kararlılıkla küheylanını şaha kaldırıp dörtnala bana doğru sürüyor geride onca askeri bırakarak. Benim bu hesaplaşmadan kaçışım
mümkün değil artık.
Bu cenk alanında sonuçlanacak her şey. Davullara işaret veriyorum elimi havaya kaldırarak, yüzlerce davul tek bir hareketimle vurmaya başlıyor tokmaklarını. Ben bu savaşı ne pahasına olursa olsun kazanmak istiyorum.
Fethedemedikten sonra kendimi, nasıl yaşayabilirim ki onurlu? Nasıl barışırım kendimle ve nasıl dik durabilirim arz üzerinde?
Yeleleri rüzgârda savrulan atımı dörtnala düşmanıma doğru sürüyorum. Kan ter içinde birbirimize yaklaşıyoruz. Gemi azıya almış küheylanlar, ağızlarından köpükler saçarak koşturuyorlar havayı şimşek gibi yararak.
Gökyüzü, dağlar, ovalar nefesini tutmuş. Bütün askerler ne olacağını merak ediyor, bu karşılaşmanın galibi kim olacak diye.
Düşmanıma gözlerimi dikmiş vaziyette yol aldığım sırada derinlerden bir kadın çığlık atıyor doğum sancıları içinde, ardından tazecik bir bebek ağlaması duyuyorum.
Gözlerimden yaşlar dökülmeye başlıyor. Babası, dudaklarını bebeğin pembe kulağına yaklaştırıyor. Gözyaşlarım daha da artıyor. Bana doğru yaklaşanı artık önemsemiyorum. Doludizgin küheylanımın üzerinde yol alırken bebeğin kulağına ezanın okunmasını dinliyorum. Gözyaşlarım rüzgâra kapılıp bebeğin gözyaşlarına karışıyor. Her yeni doğum gibi bu da gözyaşlarıyla geliyor.
Şimşekler çakıyor ovanın orta yerinde. Etraf toz duman. Rüzgâr, cenk yerinde ne var ne yoksa önüne katarak bizimle birlikte at koşturuyor adeta.
Bu savaşı tek başıma göğüslemek ve sonu nasıl biterse bitsin yaşamak istiyorum.
Askerlerin ellerinde sımsıkı tuttuğu mızrakların uçlarında, her biri nefsi, gururu, merhameti, öfkeyi, güveni, acizliği, yokluğu, varlığı, aşkı, ihaneti temsil eden bayraklar gökyüzünde rüzgâra çarparak dalgalanıyor.
Bu savaşı kazanacağım. Başka türlü kuramam, var edemem kendimi. Düşmanımla birbirimize iyice yaklaşıyoruz. Aynı anda dizginlere asılıyoruz, hızını kesemeyip şaha kalkıyor üzerinde güç bela durabildiğimiz kan ter içindeki küheylanlar.
Artık yüz yüzeyiz. Düşmanım miğferinin siperliğini kaldırıyor. O anda yüzünü
görüyorum, gözlerini. Sırtımdan gelen bir titremeyle buz kesiyor bütün vücudum. Derin bir sarsılışın esiri oluyor bütün varlığım.
Aynaya bakar gibiyim adeta, yüzümü görüyorum karşımda. Kendimle karşı karşıya geldim ben.
Bu cenk yeri benim içim.
Ben, cengin ta kendisiyim.
Düşman da benim, düşmanımla savaşan da.
( BEYAZ USTA SİYAH ÇIRAK )