Görmek duymak istemeyenlere
Evet, görünürde çok basit bir nedene (Avusturya-Macaristan veliaht prenssinin bir Sırplı tarafından öldürülmesine 28 haziran 1914) bağlı olarak başlayan, gerçekte ise var olan sömürgelerin paylaşımı ve yeni sömürgeler yaratma mücadelesi olan 1. Dünya Savaşı’na Almanların yanında giren (11 kasım 1914) Osmanlı İmparatorluğu savaş boyunca bir yandan milyonlarca kilometre kare genişliğinde toprak kaybetmiş; bir diğer yandan da sadece Çanakkale’de 250000 Kafkas Cephesinde 90000 Suriye-Filistin Cephesinde 3886 Galiçya Cephesinde 12000 olmak üzere yüz binlerce canını şehit vermiştir.
Sonuç, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’ ile yenilgiyi kabul eden Osmanlı İmparatorluğu 10 Ağustos 1920 tarihinde imzaladığı Sevr Antlaşmasıyla İç Anadolu da dar bir bölge dışındaki tüm Anadolu topraklarını işgalci emperyalist devletlere terk etmiştir. Adana – Maraş – Urfa – Hatay Fransızlar, Antalya ve çevresi İtalyanlar, Musul – Kerkük ve tüm Kuzey Irak ile birlikte Karadeniz kıyıları İngilizler ve başta İzmir olmak üzere Aydın – Manisa – Balıkesir –Uşak –Bursa –Kütahya – Afyon – Eskişehir çevreleri İngiltere’nin desteği ile Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir.
Yani, maalesef bu devletin kurtuluş ve kuruluş mücadelesini veren Büyük Millet Meclisi’nin başkanlığına kadar gelen İsmail Kahraman gibilerinin dediği gibi I.Dünya Savaşı galipleri ‘’alacaklarını alıp çekip gitmediler’’ İşte tam bu noktada senin ataların İngilizlerle birlikte iş birliği halinde Anzavur ayaklanmalarını çıkarırken; bu milletin kahir ekseriyetini oluşturan benim atalarım ‘’ Mondros Ateşkes Mütarekesi’nin imzalandığı tarihte işgal edilmemiş Türk toprakları bir bütündür, parçalanamaz. Bu topraklardan işgal edilenleri işgalcilerden kurtarıncaya kadar mücadele etmek (Misak-ı Milli) kararlılığı ile yemin ederek Kuvvayi Milliye Cemiyetlerini oluşturarak; sen ‘’ Bir kurşun dahi atmadılar’’ desen de Hatay – Dörtyol’da Fransızlara karşı Akdeniz’in ilk kurşunu ( 19 Aralık 1918- Çavuş Kara Mehmet) , İzmir’de Yunan’a karşı Ege’nin ilk kurşunu (15 Mayıs 1919 – Gazeteci Hasan Tahsin) atılmış, Karadeniz kıyılarında Topal Osman İngilizlere karşı, Doğu Anadolu’da Kazım Karabekir Paşa İngilizlerin oyuncağı olmuş Ermenilere karşı vatanı kurtarma mücadelelerine başlamışlardı bile.
Ey sen ve senin gibi düşünen ‘’Keşke yunan galip gelseydi ‘’ diyen azılı Mustafa Kemal Atatürk düşmanı Fesli Kadir’in talebeleri, milli mücadelemizi unutturup yok hükmündeymiş gibi yapıp ‘’ Neyi kurtardınız ki kurtuluş günleri kutluyorsunuz, kutlanacaksa fethi günleri kutlanmalı’’ diyorsunuz ya, biliyor musun, bilmiyorum ama bilseydin, bunu söylemezdin. Osmanlı İstanbul’un fethini hiçbir zaman kutlamamıştır. Hatta II. Abdülhamit zamanında İstanbul’un fethini kutlama önerisinde bulunanlara, II.Abdülhamit ‘’ Biz İstanbul’u kimlerden aldık? Rumlardan. Benim İstanbul’daki tebaamın içinde binlerce Rum var. Bu kutlamayı yaparak Türk tebaamı sevindirirken Rum tebaamı üzemem’’ diyerek buna karşı çıkmıştır.
Hani, sen ve senin gibi düşünenler diyorsunuz ya ‘’I. Dünya Harbinin galipleri alacaklarının azamisini alıp gittiler, neyin mücadelesini etiniz?, neyi kurtardınız?’’ Cehaletinizin karanlığında boğulmadıysanız, güya o çok korktuğunuz vicdan terazinizin kefesinde birazcık da olsa insaf kaldıysa; o zaman Erzurum’da- Kars’ta, Maraş’ta-Urfa’da- Hatay’da- Adana’da, Giresun’da , I. İnönü’de ( 10-11 Ocak 1921, 95 şehit 183 gazi ), 2. İnönü’de ( 23 Mart – 1 Nisan 1921, 681 şehit 1730 gazi ) Sakarya’da ( 23 Ağustos – 13 Eylül 1921, 5713 şehit, 18480 gazi), Dumlupınar’da ( 26-30 Ağustos 1922, 2318 şehit, 9360 gazi ) verdiğimiz şehit ve gazilerimiz sizin kutsallığınızın neresinde? Bu şehit ve gazilerimizin elleri yarın kıyamette sen ve senin gibilerin yakalarına yapışıp ‘’ Biz inandığımız İslamın bağımsız topraklarımız üzerinde ilelebet ezanları okunsun; bayrağımız hep semalarımızda özgürce dalgalansın diye canımızı verdik, kanımızı döktük’’ diyeceklerdir. O zaman da mı sen ve senin gibiler bu gerçeği inkar edeceksiniz? Ama size kim inanır? Sinsi gülüşünüzle kimseyi kandıramayacaksınız, kanmayacağız.
Çünkü biz bu milletin bütün değerlerini günahıyla sevabıyla kabul etmişiz. Hunlarda bizim Mete’de bizim; Göktürkler de bizim Bumin Kağan da bizim; Uygurlar da bizim Kurtluk Bilge Kağan da bizim Karahanlılar da bizim Saltuk Buğra Han da bizim; Selçuklu da bizim Alp Aslan da bizim; Anadolu Selçuklu da bizim Süleyman Şah da bizim; Osmanlı da bizim Osman Gazi, Fatih, Kanuni III. Selim, II. Mahmut II. Abdülhamid de bizim; Türkiye Cumhuriyeti de bizim Gazi Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir, Celal Bayar (Milli Mücadele’nin Galip Hocası) da bizim, Dede Korkut’ da bizim Yunus da bizim, Pir Sultan Abdal da bizim, Mevlana da bizim, Hacı Bektaş-ı Veli de bizim, Nesimi de bizim Fuzuli de bizim, Karacaoğlan da bizim, Köroğlu da bizim, Neşet Ertaş da bizim Ruhi Su da bizim, Ziya Gökalp de bizim Tevfik Fikret de bizim Mehmet Akif de bizim Neyzen Teyfik de bizim, Namık Kemal de bizim, Ömer Seyfettin de bizim. ‘’ Yüzüstü çok süründün ayağa kalk Sakarya’’ diyen Necip Fazıl da bizim; ‘’ Dört nala gelip uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim’’ diyen Nazım da bizim;
‘’Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.’’ diyen Cahit Sıtkı Tarhancı da bizim.
Bütün bunlar ve daha niceleri bizim millet ağacımızın kökleri, kılcal damarları; millet ırmağımızın dereleri, çayları. Ey sen ve senin gibi düşünenler bizim derenin taşıyla, bizim derenin kuşunu öldüremeyeceksiniz. Biz canla-başla çalışarak, ilimle- bilimle aydınlatarak, size zifiri karanlık düşüncelerinizi uygulama fırsatı vermeyeceğiz. Vesselam…