İnsanlar buğday başaklarına benzer, içleri boşken başları havadadır, doldukça eğilirler
Buğdayı biliyorsunuz? Peki buğdayın yolculuğunu biliyor musunuz?
Buğday denildiğinde ilk akla gelen temel besin maddemiz olan ekmeğin hammaddesi olmasıdır. Ancak temelinde derin anlam ve emek taşır. Çiftçilerimiz için bir buğday tanesi o kadar değerlidir ki bereketlendirmek için toprağa eker ve özenle büyümesini beklerler.
Buğday, sonbahar kış döneminde yağmur ve kardan ıslandıktan sonra çamura karışır ve topraktan baş çıkarabilmek için mücadeleye girer. Kış bitip bahara yaklaşırken topraktan çıkabilme sevincini yaşarken, yeşerdiğini görür ve “Çamurla karla kışla mücadele ettim artık adam oldum.” der. Çiftçiye sorduğunuzda buğdayın daha değeri yoktur sonuçta yeşildir, verimliliği yoktur, diğer otlardan farksızdır. Böylelikle buğday hayat mücadelesine devam eder.
Yeşillenen buğday artık büyümeye başlar, boylanırken içinde oluşan buğday tanelerinin sayısı 20 olur 30 olur, derken git gide çoğalır ve buğday tanesi “Ben çoğaldım değerli oldum.” diye düşünür. Çiftçi bakar elinde bir avuç buğdaya, onun için ne verimli ne de değerlidir bu buğdaylar. Böylelikle buğday yine hayat mücadelesine devam eder.
Yaz gelir sıcaklar kavrulmaya başlar ve buğday tanelerinin sayıları 20-30 iken bütün tarlayı sarar, altın sarısı rengini almaya başlar ve “Altın gibi sapsarı oldum bütün tarlayı sardım değerlendim.” diye düşünür ama altın değildir sonuçta. Değerlenmek için buğday hayat mücadelesine devam eder…
Derken hasat zamanı gelir ve buğdaylar biçilmeye başlanır, sap saman ayrılır, buğdaylar ise çuvallara doldurularak değirmenlere taşınır. Çiftçi için buğday artık değer kazanmıştır ama herşey tamamlanmamıştır. Buğday hayat mücadelesine yine devam eder.
Yolculuğu esnasında değirmene getirilir ve burada diğer buğdaylarla karşılaşır. Hepsi birlikte değirmen taşının arasında ezilirler, kirden yabancı maddeden arınırlar ve içlerinden kepekleri alınarak bembeyaz una dönüşürler. Buğday “Artık bembeyaz olduk, tertemiziz, biz çok kıymetliyiz.” der ama mücadelesi hala bitmemiştir.
Un haline gelen buğday taneleri fırıncılara götürülerek su, tuz ve maya ile yoğrulur, hamur halinden sonra ateşe girer ve kırmızı renk alana kadar ateşten çıkarılmazlar, pişerek olgunlaşan buğday sonunda ekmek olarak fırından çıkarılır. İnsana fayda sağladığı ve insanı doyurduğu andan itibaren buğdayın mücadelesi bitmiş ve büyük değere ulaşmıştır.
Evet, buğday uzun ve meşakatli bir yolculuktan sonra ekmek olmuş, kendince bir değere ulaşmıştır.
Bi yerde okumuştum, hayat bir tren yolculuğu gibidir. Doğduğumuz an trene bineriz ve yolculuk başlar, bazı duraklarda binenler olur, bazı duraklarda inenler. Arada kazalar gecikmeler ve sürprizler de olur. Bazı sürprizler güzel,bazıları da acı olabilir. Bütün yolculuk boyunca yanımızda olacağına emin olduğumuz anne ve babamız bile belirli bir duraktan sonra bizi trende yalnız bırakırlar ama biliriz ki şefkatleri, sevgileri ve arkadaşlıkları her zaman bizimledir. Sonrasında kardeşlerimiz vardır, yolculuk boyunca aynı vagon da olmasak da her zaman biribirimizi severiz ve birbirimize sahip çıkarız. Kimileri bu yolculuğun tadını çıkarırken, kimileri de yolculuğu daha ciddiye alır, hataya ve başarısılığa izin vermez oysa ki insan bunlarla beslenir, büyür ve kendini geliştirir. Kimileri uzun yolculuklar yapacak arkadaşlıklar edinir, kimileri de hızlı trenden inen arkadaşların acısını yaşar. Yolculuğun en büyük sırrı son durağın ne zaman ulaşılacağının belirsiz olmasıdır, önemli olan keyifli ve hatırlamaya değer olan bir yolculuk yaşamaktır.
İnsanların yolculuğu da bu tren yolculuğuna ve buğday tanesine benzer, önce ailenin verdiği eğitimle biçimlenir daha sonra okulda aldığı eğitimle ailenin verdiği eğitimi birleştirerek hayatta karşılaştığı sorunları çözer ve bir sonuca ulaşır. Önemli olan sorunlarla karşılaşmak değil her zaman saygı çerçevesinde çözüm odaklı olarak hedeflerinize ulaşmaktır. Boşuna dememişler “İnsanlar başaklara benzer, içleri boşken başları havadadır, doldukça eğilirler.”