İyi doktor, otizm ve dahi
Bayram’da ve sonrası “Good Doctor” ve “Mucize Doktor” dizilerinden epeyini seyrettik.
Torunlar izin olunca diziden önce ellerini iki dakika yıkadılar ve ameliyat sahnesi olduğunda hazır bekleyen maskelerini taktılar. Ben ise genelde Gazi Hastanesi’nden aldığım ameliyathane gömleğini giydim şortun üstüne. Tam bir hastane pembe dizi tadını çıkarttık.
Kore dizisinden önce ABD’liler “Good Doctor” diye uyarlamışlar oradan da biz “Mucize Doktor” diye kendimize uyarlamışız. Bence çok güzel bir dizi, oğlum bizimle alay etti. Sonra İMDB puanının yüksekliğine şaşırdı.
Dizi hem biraz bilgi veriyor. Hem komik sahneleri bol. Hem de herkes otizm sahneleyen bazı hikâyelerde kendisini buluyor.
“Otizm, üç yaşından önce başlayan ve ömür boyu süren, sosyal etkileşime ve iletişime zarar veren, sınırlı ve tekrarlanan davranışlara yol açan beynin gelişimini engelleyen bir rahatsızlık” genel kabule göre hafif şekilleri var Asperger Sendromu falan gibi ama aslında hepimizde biraz olan bir olay. Sosyal etkileşimdeki yanlış anlaşmalar veya anlaşamamalar veya etrafımızdaki inat ve bağrış çağrışa bakınca. Sürüden ayrılırken ve birey olurken yaşanan sancıların dışavurumu.
Otistik olanlar genelde geri zekâlı değildirler, hatta Rain Man filminde olduğu gibi bazı konularda ileri zekâlı da olabilirler. Geri zekâlı olanları da vardır. Genelde şirretleşen, hırçınlaşan donup kalıp bağıran çağıran hallerine özenen bir sürü “normal zekâlı” da özenip etrafa kendilerinin ayrıcalıklı olduğu mesajını vermeye çalışırlar ve trajikomik duruma düşerler. Ben bir sürü ebeveyn de gördüm çocuklarının bu halini “otistik” diye lanse edip “gizli deha” diye kendilerini ve çevredekileri inandırmaya çalışan. Bir sürü de akademisyen.
Hatta bazen o kadar ileri giderler ki olan bitene “deha” dersen etrafındasın, demezsen yoksundur onlar için. Ben bazen o tanıyı koyabilmekte zorlanıyorum. Koyunca da o çevreden, dostluktan uzaklaşmak en doğrusu.
Ressamlara “dahi” demek moda oldu. Picasso bence dâhiyane bir ressam ama dâhi değil. Hatta dâhi ve deli ayrımı için Van Gogh hep örnek gösterilir. Dâhi kelimesini kendine yakıştıran bir yerli ressamın da öyküsünü kuzeninden dinlemiştim: New York’un Greenwich semtinde yerel bir küçük gazete turistlerden para kazanmak için ön sayfada bir sütunda birkaç dolara isteyenin resmini ve istediği haberi koyup bir nüshayı yazıcıdan o turiste birkaç dolara satardı vaktiyle. Genelde Iowalı turist ¨Smith’e New Yorklu erkekler veya kadınlar hayran oldu” türünden haberler basan gazete bizim ressamın resmi ile “Dâhi Türk ressamı New York’ta” metnini yazıcıdan çıkartıp vermiş. Bizimki de küpürü babasına yollayınca, babası bizim Türk gazetelerindeki ilişkileri ile bu “dâhi” kelimesini basınımıza hem de NYC gazetesinden alıntı olarak vermeyi başarmış. Son duyduğumda “dâhi” olduğunu simgeleyen saçları ile etrafta imiş…
Young, “dâhi” kelimesini “içimizdeki tanrı” olarak tarif etmiş. Aklımda doğru kaldı ise Goethe de bu konu ile ilgilenip “Sturm und Drang” yapıtında “dâhi” kelimesinin tarifinde “birden fazla konuda topluma yararlı olağanüstü eserler vermiş insan” tarifini yapmıştı. Bu yazıyı yazarken elimde internet arama motoru gibi bir yardım aracı olmasına rağmen aklımda kalanı tam nerede, muhtemelen 50 yıldan önce okuduğumu bulamadım. “Sturm und Drang” yapıtını nasıl tercüme edeceğimde takılıp kaldım. “Fırtına ve Stres” diye tercüme eden çıkmış. “Fırtına ve Coşku” diyen var. “Ben Fırtına ve Dürtü” derdim. Orada takılıp kaldım. Bir daha da “Fırtına ve Dürtü”, herhangi bir lisanda okumak gibi bir derdim yok doğrusu.