Kenan'a Rahmet Yok
Safran sarısı gökyüzü, yapma bunu bana, bir sülfür gibi yakma canımı.
Aç ey gönül, silkin bu koyu karaltıdan bak demleniyor zaman der gibi bakıyor annem gökyüzüne.
Tekrar sıraya giriyor. Hepimiz hizalanıyoruz, bir düzen içerisinde yerlerimizi alıyoruz.
Ülke düzen içinde, dağlar, taşlar, ovalar düzen içerisinde. Ülkemizi kimseler ele geçirmedi, topraklarımız yerli yerinde.
Ordu evlerinde bayram kutlamaları yapılıyor mu? Davetler veriliyor mu? Bayram sevinci yaşanıyor mu? Eller çırpılıyor mu acaba?
Ordu evlerinde hanımlar saçlarını yaptırmışlar giyinip süslenmişler eğlenmeye hazırlanıyorlar. Astlar üstlerine eğilecekler, birbirlerini kutlayacaklar, erler onlara hizmet edecekler ordu evlerinde.
Vatanı nasıl büyük bir badireden kurtardıklarını konuşacaklar.
Ülkeyi böldürtmediklerinden dem vuracaklar.
Ülkenin esas sahibinin kendilerinin olduğunu vatanı kollama ve koruma görevlerini yerine getirdiklerini anlatacaklar.
Kadehler kaldıracaklar ve şerefe diyecekler.
Bu huzur bütün ülkeye yayılacak böylelikle. Dalga, dalga kutsanacaklar ve yücelecekler.
Ne mutlu Türküm diyene diye hep birlikte bağıracağız.
Bu sokaklar, bu kaybolmuş suretler
Kuşatma atında bu şehir, azmış ihtirasların morarmışlığında
Bir ağıt gibi vur can damarıma
Nağmelerin geçsin tarihten süzülerek derin darbeler ile ruhuma
Kalelere sürgün edilir bazı sözler
Surlar arkasına
Kurudu can çeşmesi akmıyor artık
Dudakta inilti dinmiyor vasat
Bir kayık saplanmış bağrı yırtık
Rüzgâra yem oldu şimdi son umut
ama ışırlar yine de
Onları kurtaracak bir gönül beklerler hüzünle
Kelimelere acıyorum
Çıktıkları yer de ne kadar da mahzunlar
Kapıları açtıklarında seni bekliyor olacak
Buhurdanlıklardan çıkan tütsü kokuları
Gül kokuları
Kapılardan çıkacağız
Bu sıkışmışlık, bu karabasan bitecek elbet
Semaya durmuş Mevleviler gibi kanatlanacak sözler
Gönülden, gönül’e
İçimden eski ahitte yer alan bir ağıt geçiyor. Askerlerin istedikleri şekilde girdiğimiz sırada yürümeye devam ederken okuyorum kendi kendime lanetin en büyüğünü:
“Harran, Kanne, Eden, Saba, Aşur, Kilmat tüccarları seninle ticaret yaptı. Pazarlarındaki mallara karşılık güzel giysiler, lacivert kumaş işlemeler, sık dokunmuş iplerle sarılmış renkli halılar verdiler. Ticaret gemileri senin mallarını taşıdı, denizin bağrında büyük yüklerle doldun. Kürekçilerin seni açık denizlere götürdü ama Doğu rüzgârları denizin bağrında parçaladı seni. Geminin kazaya uğrayacağı gün zenginliğin, malların, ticari eşyaların, gemicilerin, kılavuzların, kalafatçıların, seninle ticaret yapanlar, askerlerin ve gemide olan herkes denizin derinliklerine batacaktır. Gemicilerin bağırışından kıyılar titreyecek, kürekçilerin gemiyi bırakacak, gemicilerle kılavuzlar kıyıda duracaktır. Yüksek sesle haykırıp senin için acı, acı ağlayacaklardır. Başlarına topraklar serpilecek, külde yuvarlanacaklardır. Senin yüzünden başlarını tıraş edecek, çul kuşanacaklar, senin için yas tutacaklardır.”
Güne kavuşturmak istemediğin geceler de olur.
Güne sarmak istediğin geceler de.
Vur alnının orta yerine bütün gücünle nefsin, yak ne varsa süfli bildiğin.
Kur yeniden muhabbeti.
Unut ne varsa iğreti.
Olmasa Aşkın, nice pehlivanları çatlatır bu sıklet.
Kenan Evren ölmüş dediler. Rahat uyuyacağım artık ve asla rahmet dilemeyeceğim.