AKHİSARLI HASAN AMCANIN ŞİFALI BİTKİLERİ
Akhisar’ın tanınmış esnaflarından 86 yaşındaki Hasan Alemdar, Akhisar’ın yerel aylık dergisi Keyfi Sefa Dergisinin 15. sayısına konuk oldu.
10 Ocak 2016 Pazar 12:24
Akhisarlı Hasan Amcanın Şifalı Bitkileri
Haber Merkezi – Keyfi Sefa Dergisi 15. Sayısı
Akhisar’ın tanınmış esnaflarından 86 yaşındaki Hasan Alemdar, Akhisar’ın yerel aylık dergisi Keyfi Sefa Dergisinin 15. sayısına konuk oldu. Şifalı bitkiler üzerine Akhisar’da ve ülkemizin çeşitli bölgelerinde isim yapmaya başlayan Hasan amca ile bu konu üzerine kısa bir sohbet gerçekleştirildi.
İşte Keyfi Sefa Dergisi’nin 15. sayısında yer alan röportaj.
1930 Bulgaristan Kırcaali’de doğdum. 1940’ta babam Bulgarların zulmüne uğradı. Bu yüzden kaçmak zorunda kaldık ve ormandan kaçarak Türkiye’ye gelmek üzere Yunanistan’a sığındık. Fakat o dönem 2. Dünya Savaşı vardı, hudutlar kapalıydı. Bu yüzden Türkiye’ye geçemedik. Bunun üzerine Yunanistan bizi geri göndermek istedi. O sırada bize Türk Konsolosluğu sahip çıktı. Böylece muhacir olarak orada kaldık. Konsolosun denetiminde her cuma karakola imza atarak tam 11 sene orada yaşadık. 11 senenin sonunda Konsolos evraklarımızı imzaladı, trene bindirdi ve bizi Türkiye’ye gönderdi. Türkiye’ye gelince de bizi Akhisar’a yerleştirdiler. 1951 yılının 8.ayında biz buraya gelmiş olduk. Tabi bunlar hiç kolay olmadı. Geldiğimizde kimseyi tanımıyorduk. Ben Yunanistan’da berberlik yapıyordum. Burada da kendimizi öyle tanıttık. 1973’e kadar 23 sene berberlik yaptım. Daha sonra 8 sene zücaciye işi yaptım. 1980’de Tahtakale’de demirci dükkanı açtık. Yavaş yavaş yerleştik ve tanındık. Devlet bize bir ev yaptı. Hala o ev duruyor ve içinde ablamın oğlu oturuyor. Ben burada Akhisar’da evlendim. Eşim bizden sonra gelen Muhacirlerden biridir. Oradayken de 11 sene komşuluk yaptık. Yunanistan’da iken babam beni medreseye göndermişti. Orada iken Kuran-ı Kerim, dini konular ve biraz Arapça öğrendik. Oradan aldığımız bir diğer şeyde ruhumuzdaki anlatma aşkı oldu.
Şifalı bitkinizden bahseder misiniz?
Bu bitkiyi 1987’de camcı Hacı Ali Lütfü ile yapmaya başladık. Onun apartmanına Süleymanlı’dan bir teyze geliyordu ve bir şeyler anlatıyordu. Anlattığı şey şuydu; Ankara’ya her ay ışın tedavisine gidiyorlarmış. Kadın çok zayıflamış ve hastalığı iyice yayılmış. Bir gün hava almak için köyün dışına çıkmış ve yaşlı, yabancı biri yanına gelip köyün dışında kadın olarak ne işin var demiş. Kadında, dede hastayım hava almak için çıktım. Göğsümden hastayım her ay Ankara’ya tedaviye gidiyorum demiş. Dede de şu otu kaynatıp iç demiş ve kaybolup gitmiş. Kim olduğunu ve ne olduğunu bilmiyoruz. Kadında otu kaynatıp içmiş. İçtikçe sancıları azalmış, kendini daha iyi hissetmiş. 1 ay sonra Ankara’ya gitmişler ve göğsündeki kanserden eser kalmamış. İşte bu teyze Hacı Lütfü’nün apartmanına geliyordu. Orada bunları anlatırken Hacı Lütfü kadından otu getirmesini istedi. Kadınla beraber Su Deliğine, Çağlak Boğazına gittik. Aslında her tarafta mevcut olan bir bitkidir. O arada Yel Değirmeninde bir Ahmet abimiz vardı. Çorba içecek durumu yoktu. Boğazının her yerini sarmıştı kanser. Hacı Lütfü’de bu otu kullanmasını söyledi ona. Bir ay kadar bu otu kullandı ve kanseri tamamen kuruttu. Bu olayı kendi gözlerimizle görünce de bunu insanlara ulaştırmalıyız diye düşündük. İşte bu bitkiyi biz 1987’den beri nerde bir hasta varsa onu bulup şifa bulsun diye araştırmaya, ulaştırmaya çalışıyoruz. Kimseden ücret kesinlikle kabul etmiyoruz.
Bir de kremimiz var. O da benim dedemden geliyor. Yanıklara iyi geliyor. Vücudun neresinde yanık olursa olsun bu kremi kullanırsanız iz bırakmıyor. Benim kendi torunumun üstüne kahve döküldü. Daha 5 yaşındaydı. Derilerini kendi elimle soydum. Kremi kullandık. Şimdi ayaklarını uzatıyor, hangisi kahve dökülen taraf anlayamıyorlar. Bunu da dedem bana öğretirken sakın kimseden ücret alma, eğer malzeme alacak durumda değil isen o zaman malzeme aldırtırsın para cebine koymazsın diye vasiyet etti. 1954 yılından beri de bunu ben yapıyorum. Her evde bulunsun, kendileri yapsın diye insanlara tarif ediyorum.
Bitkinin bir adı var mı?
Bu bitki yaban bitkisidir. Herhangi bir adı yok. Çünkü her köyde farklı bir isimle biliniyor. Eğer ilerde ticari herhangi bir durum olursa o zaman bitkiye bir isim konulur.
Bu bitki yetiştirilebiliyor mu?
Biz burada bitkiyi yetiştirmeye çalıştık ama burası onu yaşatmadı. Çünkü tütüncülük yapanların iyi bileceği sarı renkte verem otu vardır. Tütünü sarar ve onu kurutur. Bizim otu da burada çok sevdi ve yaşatmadı, köküyle beraber kuruttu. Fakat yetiştirmenin formülünü araştırdım ve buldum. Formülü de şu; Çaydan damperli kamyonlara çakıl doldurup tarlaya 50-30 cm çakıl dökülecek. Ondan sonra bu bitkileri etraftan toplanıp tohumları alınacak. Tohumları da kumların içine karıştırılacak ve dökülecek. Bu şekilde rahatlıkla bitkiyi yetiştirebiliriz.
Bitkiyi yaş olarak mı kullanıyorsunuz? Kurutarak mı kullanıyorsunuz?
Kuru olarak kullanıyoruz. Tabi yaş olarak da kullanılabiliyor. Aynı etkiyi veriyor, fark etmiyor ama bu şekilde 24 saat durmuyor. Kestiğimiz zaman hemen kararmaya başlıyor.
Bu otu tek mi kaynatıyorsunuz yoksa içine başka otlarda dahil ediyor musunuz?
Sadece bu otu kaynatıyoruz. İçine başka otlar karıştırmıyoruz.
Nasıl kullanılması gerekiyor?
Bu bitki hakkında biz deneyler yaptık. Ne kadar kullanılacağı, nasıl kaynatılacağı, nasıl içilecek hepsini test ettik. Biz bunları hem bize gelen hastalara anlatıyoruz hem de bitkiyi veriyoruz. Bu bitkinin yan etkisi de yok. Ne kadar çok içilirse içilsin bir zararı olmuyor. Biz günde 1 litre su koyup kaynatıp, bunu 24 saatte içilmesini söylüyoruz. Çünkü biz bir hap içtiğimizde o hapın kaç kilo bitkiden meydana geldiğini bilmiyoruz. Biz bunu doğrudan bitki olarak kullanıyoruz. Bunun kökü ve sapları da dahil her yeri ilaç.
Bu bitkiyi kim toplayıp tedarik ediyor?
Biz burada 3 arkadaşız. Üçümüzde emekliyiz ve burada duruyoruz. Bu zamana kadar kendimiz tedarik ettik. Fakat bundan sonra bu bitkiyi duyan, şifa görenler ve gençler bize yardım etmeye çalışıyor. Genelde pazar günleri toplamaya gidiyoruz. Herkes yardımcı olmak için can atıyor. Şuan hemen hemen 1 sene yetecek kadar bitki toplandı ve kurutuldu.
Bitkiden krem yapmayı düşündünüz mü? Farklı bir şekilde kullanılır mı?
Daha önce bununla ilgili bir köylüden işittim. Nenesi bundan merhem yapıyormuş. Olabileceğine inanıyorum. Biz bunu toplarken tütün ekenler bilir ellerimiz katran oluyor. Zor çıkartıyoruz ellerimizden. Mecburen eldivenle kesip topluyoruz. Neresinden tutarsanız tutun ellerinize yapışıyor. O madde içerisinde olduğuna göre muhakkak yaralara iyi geliyordur diye düşünüyorum. Fakat biz bunun üzerinde durmuyoruz.
Bu bitkiyle ilgili size resmi kurumlarda ya da doktorlardan gelen oldu mu?
Bilgi almaya gelen çok oldu. Eczacı, laboratuvarcı, doktor hemen hemen herkes geldi. Mesela İzmir’den ve İstanbul’dan laboratuvarcılar ottan istediler gönderdik. Ankara’dan eczacılar fakültesi 2 görevli gönderdi. Hocaları tahlil yapmak istiyormuş Bizlerde gerekli malzemeyi onları verdik. Şuanda malzemeleri göndereli yaklaşık 5-6 ay oldu. Fakat bu bitkinin ilaç olması için 5-6 yıl lazımmış. Uzun araştırmalar yaptıktan sonra ancak ilaç olabilirmiş. Bizim günde 1 litre tüketin dediğimiz miktarı onlar 1 hapa indirecekler. Bu yüzden bitkinin ilaç olmasını çok istiyorum.
Bu da yapışkan andız (İnula viscosa) otunun çiçek açmış hali:
Ulusal basında da yer aldınız. Televizyonda yer almak sizi nasıl etkiledi?
3 sene önce Ankara’da bir hastamız şifa bulmuş oda bizi Samanyolu Tv’de Davetsiz Misafir programına anlatmış. Onlarda buraya geldi. Program yaptılar. O an biz düşündük, televizyonda yayınlanınca çok talep olacağını biliyorduk. Olsun dedik yapabildiğimiz kadar yardım ederiz diye düşündük. Çünkü televizyona geçince tüm dünyaya geçmiş oluyoruz. Hacı Lütfü ile üstesinden geliriz dedik. Gün verdik onlara ve gelip programı yaptılar. Hem bitkiyi gösterdik, anlattık hem de kendimizi anlattık. Bizi izleyen herkes bize ulaşmaya çalıştı. İlk önce 30 senedir Amerika’da yaşayan biri telefon açtı, görüştük. Kansermiş kendisi ve artık son evresindeymiş. Hatta konuşamıyordu bile. Dışarıya göndermemiz mümkün değildi. Çünkü resmi, patentli bir şey değil. Ayrıca imkanımızda yoktu. Manisa’da akrabaları varmış. Bizde gelsin o zaman kendisine verelim dedik. Geldiler, otu verip Amerika’ya göndermişler. 3 ay sonra yabancı bir numaradan telefon geldi. Tanıyamadım, kim olduğunu sordum. Tanıyamazsın tabi, 3 ay önce Amerika’ya ot gönderdiğim kişiyim. Çok rahat konuşuyorum artık, kanseri sayenizde yendim dedi. Amerika’ya dahi ulaşabildiysek bu o program sayesinde oldu. Böylece daha çok hasta insanlara şifa ulaştırmaya başladık.
Bir örnek daha vereyim; Şuan Akhisar’da bir kızımın göğsünü alacaklardı. İzmir’de gün verdiler. Bu bitkiyi kullandı. Günü geldiğinde İzmir’e gitti. Doktor tekrar kontrol etmiş ve tamamen hastalığı geçmiş. Hiçbir şey kalmamış. Akhisar’ımızda bu şekilde iyileşen çok insan var. Bu anlattığım kişi çok yakınımız olduğu için anlattım. Biz 3 seneden beri çok şeylerle karşılaştık. Aslında biz bu bitkinin değerini ekrana intikal ettikten sonra gördük. Yoksa daha önce pek üzerinde durmuyorduk. Bilemezdik bu kadar faydalı olduğunu. Onun için artık bırakamıyoruz. Geçenlerde yine bir olay yaşandı. İzmir’de babalarının 2-3 ay ömrü olduğunu söylemiş doktor. Bizim yapacağımız bir şey yok, eve götürün son günlerini evinde geçirsin demiş. Onlarda bizim bitkiyi duymuşlar ve babalarına içirmeye başlamışlar. Kullandıktan sonra iştahı açılmış, kendine gelmiş. Tam 8 ay sonra buraya geldiler. Birlikte çay içtik, sohbet ettik. Bizim bitkimizin haricinde hiçbir şey kullanmamışlar. Cenab-ı Hak ömür verecekse bir bahane eder. Burada da bitkiyi bahane etti.
Bu bitkinin devamı ve buranın hizmete devam etmesi açısından bir çalışmanız var mı?
Bu bitkiyi Akhisar’da çok kişi biliyor. Bizimle gelenler, arkadaşlar, toplayanlar gibi yüzlerce kişi vardır. Tabi burası artık tanındı. Biz hayatta olduğumuz sürece burada olmaya niyetimiz var. Burası bir dernektir. Seyyid Ahmet Türbesi'ni yaşatma derneğidir. Bu binada onun için yapılmıştır. Burası kapanacak değildir. Aramızda gençlerimizde var. Bizimle birlikte dağa ot toplamaya gelirler. Onlarında bizden sonra devam edeceğini düşünüyorum. Merhemi de arkadaşlarımızdan birine öğrettim. Öbürlerini de öğretiriz zamanla.
Siz kendinizi buraya adamışsınız. Peki neden Seyyid Ahmet Türbesi? Neden burası?
Seyyid Ahmet Türbesi önceden çok kötü durumdaydı. Yıkılıp gidiyordu. Atalarımız buraya bakmışlar ama bizler neden buraya bakamadık, yıkılmasına izin veriyoruz diye düşünüp kendi aramızda bir karar aldık ve bir dernek kurduk. Daha sonrada buranın tamirine başladık. Aslında biz burayı bitki için değil buranın bakımı için yaptık. Bitki buranın tamir edilmesinden çok önceleri de vardı. Fakat 3 sene önce Samanyolu TV’deki programda bitkinin burada olduğu söylenince burası bitkinin yerine de dönüşmüş oldu. Biz 2002’den beri buradayız. Daha önce burada ne bitki topladık ne de dağıttık. Bilinmiyorduk o zaman. Sadece Hacı Lütfü’nün evinde oluyordu bitki. Çünkü onun arabasıyla dağa gidiyorduk bagaja doldurup getiriyorduk. 3 bagaj bize 1 sene gidiyordu.
Ayrıca böyle bir yer bizim için çok gerekli. Ecdadımız eskiden bütün camilere muhabbet odaları yapardı. Bunlar 2 farklı odadan oluşurdu. Bunlardan biri genç, biri yaşlı odası olurdu. Kendi köyümdeki camide de sohbet odası vardı. Birbirine uzak ve duyulmayacak şekildeydi. Odalarda fes kapaması denilen şeyi yapardık. Fakat artık zaman her şeyi değiştiriyor. Ben 30 doğumluyum. Gördüğüm tüm her şey artık geride kaldı. Her devrin kendine göre bir hayatı var. Mesela dedemin hayatı başkaydı, babamın hayatı başkaydı, benim hayatım daha değişikti, evlatlarımın hayatı bana göre daha farklı, şuan torunlarımla evlatlarıma bakıyorum ve onların aralarında çok daha fazla fark var. Toplum sürekli bir değişim içerisinde. O yüzden yaşlı bir insan için bugün birçok zorluklar var. Konuşacak bir arkadaş, bir yer bulamıyorlar. Eskisi gibi böyle cami odaları olsa mahallenin, köylerin yaşlıları gidip geçmişi yad eder, anılarını anlatırlar. Şuan bende geçmişi birilerine anlatmak istiyorum. Bu içten gelen bir şeydir. Bazen birilerine hayatımın bazı anlarını anlatmaya çalışıyorum. İçimden geliyor konuşuyorum. Faydalı olur mu olmaz mı bilmiyorum ama içimi dökmüş oluyorum.
Bitkinin patentini almayı düşünüyor musunuz?
Bizim böyle bir niyetimiz kesinlikle yok. Bizim tek niyetimiz aynı merhem gibi hiç kimseden 1 lira dahi almamaktır. Biz bunu sadece rıza için başlattık. Bu rızayı terk etmeyiz. Cenab-ı Hakkın Kuran’da hastalarınızı ziyaret edin diye emri var. O ziyaret edin dediğinde emir hükmündedir. Biz ziyaretten de öteye giderek hastaların şifa bulmasına yardım ediyoruz. Bir evde bir hasta varsa o evin tamamı hastadır. O evdeki hasta eğer şifa bulursa o evin tamamı şifa bulmuş olur. Herkes huzura kavuşur. Biz sadece bir kişinin gönlünü almış olmuyoruz. Onun etrafındakilerin de huzurunu sağlamış oluyoruz. Buda bize yetiyor. Bir hasta hiç bizi anmadan, hiç bitkiyi anmadan Allah’ım sana şükürler olsun dediği an, Allah’ı o kadar huzurlu anmasına vesile biz olmuş oluyoruz. Onun aldığı sevap kadar bu bitkiyi toplayanda sevap alıyor. Çünkü vesile diyor Cenab-ı Hak. Bundan güzel daha ne olabilir ki. Geçen sene gelen arabaları saydım. Arabalarda ki verilen demet sayısını not aldım. Tam 5 bin demet bitki vermişiz. Biz dünyadan göçsek bile bu bitki bizim arkamızdan kullanılırsa yine bize fayda temin edeceğini düşünüyorum.
Merhemi nasıl yapıyorsunuz?
Merhem 4 tane maddeden oluşuyor. Bal mumu, çam sakızı, zeytinyağı ve günlük bitkisidir. Mesela 1 kilogram zeytinyağına 100 gram günlük, 100 gram bal mumu ve 200 gram çam sakızı ekleniyor. Bunların dördünü bir tencereye koyarak altını yakıyoruz ve karıştırmaya başlıyoruz. Daha sonra hepsi eriyor ve koyu bir renk alana kadar kaynatmaya devam ediyoruz. Üzeri köpük yaptığı için sürekli karıştırmak gerekiyor. Tencerenin dibinde kum varmış gibi olana dek bu şekilde karıştırmak gerekiyor. Altını söndürdükten sonra bu karışım donuyor. Hazır hale geliyor. Bu krem açık her türlü yaraya iyi gelir. Sivilce, çıban, kesik her yaraya iyi geliyor. Bu kremle ilgili çok şeyle karşılaştım. 1954’den beri bu kremi ben yapıyorum. Akhisar Devlet Hastanesinde bir futbolcumuz vardı. Bacağına tekme yemiş, bacağı apse yapmış. Ameliyat olmuş. Aradan 1-2 sene geçtikten sonra o bölgeden sürekli su gelmeye başlamış. Tam 3 ay hastaneye pansumana gitmiş ama su kesilmemiş. Sürekli akmaya devam etmiş. Bunu kullanmaya başladılar. 3 gün sonra hastaneye gidiyorlar. İlk ameliyattan sonra fitil içerde kalmış. Kremde onun dışarıya çıkmasını sağlamış. Aynı diğer merhemlerin kullanıldığı gibi bunu da kullanılması gerekiyor. Ayrıca cilt kanserlerine birebirdir bu krem.
Seyyid Ahmet Dedesiyle ilgili bilginiz var mı?
Ben bu konuda çok araştırma yaptım. Seyyid Ahmet Dedesi hakkında tarih yok. Vakıflar Genel Müdürlüğü Araştırma Bölümüne müracaat ettik. Oradan bize resmi bir yazı geldi. Verdikleri yazıda da tarih veremiyorlar. Ancak Ege’de ilk Seyyid Ahmet Baba tekkesi, zaviyesi kayıt edilmiş. Bizim anladığımız bir durum var. Konya’dan Akhisar ile Manisa arasına 4 tane aşiret gelmiş. Bunlar İshak Çelebi, Saruhan, Hacı Rahman ve Karahan Aşireti. Bu 4 aşiretin bir mücahitleri vardı. Bir de ayrıca ilmi kurumları vardı. Bu ilmi kurumların başkanı anladığımıza göre Seyyid Ahmet’tir. Bu 4 aşiretin birleşip kurdukları okullar burası işte. Yani bugünkü adıyla liseleri, üniversiteleri buraya kurmuşlar. Ayrıca Seyyid peygamberimizin soyudur. Peygamberimiz derki benim ceddim dünyalıkla değil ilimle uğraşır ve bu kıyamete kadar devam edecektir. Benim ceddime hürmet eden bana hürmet eder, ona saygı eden bana saygı eder, ona sevgi veren bana sevgi vermiştir. Yani çok mühim hadisler var bunlarla ilgili. Seyyid olduğunu bu topraklarda yaşayan kamil insanlar da belirtiyor. Mesela Kamil Efendi, Sadık Efendi, Bekir Efendi, Osman Efendi. Bunlar kişiler yüzlerce seneden beri hep buna hürmet etmişler ve hep ona hizmet etmişler.
Tahtakale anılarınızdan anlatır mısınız?
Berberliğin bize kattığı çok güzel bir şey vardı. Oda tanınma ve tanıtmadır. Berberlik sayesinde çok kişi tanıdım, çevremiz genişledi. 1980’de Tahtakale’de oğlumla birlikte demirci dükkanı açtık. Oğlum usta ben kalfa oldum. Dükkana gelenler beni görünce çok şaşırıyordu. Çok kısa sürede elde ettiğimiz çevrele Akhisar’da demircilik işinde bir numara olduk. Tahtakale’de birde Paşa Cami’sinin cemaati olduktan sonra oralarda kendimize etraf bulduk. Hemen Paşa Camisinin derneğini kurmaya. Paşa Camisi ve Tahtakale benim için bir açılma oldu. Birde o dönemde Sarı Ahmet Paşa Aşevi yıkılıp gidiyordu gözümüzün önünde. O zaman dedim ki buraya bir dernek kuralım. Aradan zaman geçti Nihat Gün ile buranın kurtarmasının çaresini bulalım dedik. Vakıftı o zamanlar orası ve mirasçıları da vardı. Onlarda müsaade etmiyorlardı. Uzun bir süre oraya el atamadık, bir şey yapamadık. Sahipli olduğu için dernekte kuramadık. 1985’e kadar oradaydık. Daha sonrada sanayiye taşındık.
Akhisar’la ve Seyyid Ahmet Türbesiyle ilgili anlatmak istedikleriniz, anılarınız var mı?
Akhisar isminin nereden geldiğini çoğu kişi bilmez. Bergama’daki harabeler ile Salihli’deki harabeler aynıdır. Bizanslılarındır. Birinin oğlu ile kızı evleniyor. Tam ortada Akhisar’da onların sarayları yapılıyor. Dışı beyaz olduğu içinde Ak oradan geliyor. Hisarda zaten kale demektir. Akhisar ismi işte oradan gelir.
Burası ise çok eski zamanda 1100’lerde oldu. O zamanlar kerpiçle yapıldığı için tam yeri tespit edilemiyor. Fakat bizim tespit ettiğimiz bir şey var. Dağcıoğlu kiremit fabrikası ile burası arası yerleşim yeri. 4 aşiretin bütün yaşamı buralarda geçmiş. Daha mühim çok yerler var buralarda. Ancak 1300’den sonrası tarih olarak kayıt altına alınabiliyor. Daha öncesi tam tespit edilemiyor. Halbuki bunlar çok eski dönemlerin olayları. Bu alimlerin reisi bu mübarek zattır. Bu mevzularla ilgili asıl tarihi kimler bilir biliyor musunuz? Ben bir gün Doğankaya köyünü ziyaret ettim. Köyde kocaman bir mermer var. Mermerde ismi var, nerede, nasıl olduğu hakkında uzun uzun bir yazı var. Altında not var bu yazıları nerden tespit ettin dersen “ verasetiniz varsa sizde bulursunuz” yazıyor. Eğer inanıyorsak bunlarla konuşanlar aramızda var. Koyunlar oradan geçerken bir yerinin otunu yemiyorlarmış. Bu şekilde tespit edilmiş. Şuanda orası türbe haline getirildi. Dini konuların çok ince noktaları vardır. Onlar bizim gözümüzle görür, bizim dilimizle konuşur, bizim kulağımızla işitir. Bunlar yaşayan insanlar arasında var ama Cenab-ı Hak kimlere nasip etmiştir bilinmez. Peygamberimiz ne diyor; “Vekillerim kıyamete kadar devam edecek.” İşte onlardan birisi Seyyid Ahmet’le konuşabilir. Onun doğumunu, ölümünü, yaşını öğrenebilir, konuşabilir. Bir gün ziyarete yabancı birisi geldi. İçeride biraz fazla kaldı. Dışarıda biz çay içiyorduk. Yanıma geldi, beni takip et dedi. Kime hizmet ettiğini söyleyeyim mi dedi. Bu mübarek Seyyid’tir, saydım üzerinde 16 kılıç darbesi var dedi. Sonrada çekti gitti. Rumlar tarafından şehit edilmiş. Bayrak da o yüzden var burada. Savaşta öldürülmemiş fakat. Şimdiki gibi suikasta uğramış. Bir başka olayda; Zamanında birisi bu zatın örtülerini çalıyormuş. Bir gün gelmiş yine almış örtüleri tam çıkacakmış bakmış her yer duvar. Anlamış durumu ve örtüyü yerine koymuş sonra bakmış kapı var. Sonradan ifşa etmiş kendini ve anlatmış. Bir kadında rüyasında bana dede diyorsun ama ben gencim diyormuş. Görenlerde var tabi. Kendilerini ifşa etmezler ama onlar. Ancak kendilerine uyum sağlayan kişilere kendilerini anlatabilirler, sohbet ederler. Eğer Allah sevmeseydi bu zatın mezarı bu zamana kadar burada durmazdı. Bir yerde bir dede varsa bilin ki Allah onu muhafaza ediyordur. Allah seviyor, bizde sevelim ve inşallah Allah’ta bizi sever. Yeni okuduğum bir kitapta diyor ki; Bir mezarı ziyaret ettiğinizde onlara dokunacak bir söz söylemeyin. Hep iyi şeyler söyleyin. Kuran okursanız dinlerler, sizi görürler. Sizin bildiğiniz göz ile değil onların görmeleri. En çok Fatiha ile İhlas suresini okumanızı beklerler. Hatta yaptığınız işler kötü ise üzülürler. Allah’ım evladımı affet derler, eğer yaptığınız işler iyi ise Allah’ım evladımdan razı ol derler. Biz yalnız değiliz. Bizi takip eden babamız, annemiz, kardeşlerimiz var.
Burası için yapılacak hiçbir şeyimiz kalmadı. Önümüzdeki zaman içerisinde buranın tekrar mezarlığa açılacağını düşünüyoruz. 2002’de burası tekrar mezarlığa açılır düşüncesiyle bu servi ağaçlarını belli bir sırayla diktik. Ben bu planı zamanında yaptım. Şimdi böyle karışık olduğuna bakmayın. Böyle durması da doğru değil. 35 sene geçtikten sonra bir mezarın üstüne tekrar defnedilebiliyor. Burasının üzerinden kim bilir kaç 35 sene geçmiştir.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
İşte burada günlerimizi böyle geçiyoruz. Seyyid Ahmet Türbemiz 2002’de çok kötü bir durumu vardı. Daha sonradan çok güzel bir duruma getirildi. Yardım sevenler bize o günkü şartlarda çok yardım ettiler. Kısa sürede bu hale getirdiler. 17 dönüm araziyi sardık, binasını yaptık, her yeri döşedik, ağaçlandırdık. Bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur. Devamlı biz buralarda bulunuyoruz. Buraya bakmaya çalışıyoruz. Akhisar Belediyemizde çok yardımda bulundu. Tekrar buraları düzenledi. Emek veren herkese çok teşekkür ederiz.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2003 Akhisar Haber