01 Aralık 2024
  • Manisa11°C
  • İzmir15°C

“BİLİM İNSANI” TANIMI ÜZERİNE – 1

Levent Sevgi

29 Mart 2022 Salı 09:11

“Bilim İnsanı” tanımı üzerine – 1 …

 

                                                                                                                                    Bilim okur/yazarlığı,

sadece kişinin yapabileceği sezgisel tahminleri,

ölçü/hesap verisi ile bilinen yöntemlerle herkesin yapabileceği

Bilimsel Öngörüden ayırt edebilmektir.

 

 

Bilim, nesnel dünyaya ve bu dünyada var olan olgulara ilişkin gözlem ve deneye dayalı zihinsel etkinliklerin ortak adıdır. Tarafsızdır, nesneldir, sistematiktir, güvenilirdir, tekrarlanabilir, belirsizlik sınırları bilinir ve modellenebilir.

 

Deprem ülkesiyiz; sık sık sallanıyoruz ve her sallantıda onlarca akademisyen televizyonlara, TV yapımcıları akademisyenlere koşup görüş vermekte/almakta. Haberlerde, yorum programlarında saatlerce “bilimsel” tartışmalar yapılmakta. Sunucu bir yanına, örneğin, karıncalara, bulutlara bakarak depremi önceden haber verdiğini, kansere çare bulduğunu, iddia eden imamları, kasapları, öğretmenleri, yani “halktan” kişileri, diğer yanına birkaç üniversite profesörünü almış “doğruydu / yanlıştı”, “bilimseldi / şarlatanlıktı” ekseninde sonu gelmeyen ve vatandaşın kafasını karıştırmaktan öte bir şeye yaramayan tartışmalar yönetmekte. Beyhude tartışmalar hararetlendikçe reytingler artmakta. Ne yazık ki, çoğu kez bu tartışmalarda akademisyenin çaresizliği gözlenmekte. Çünkü mülayim görünümlü bu “halktan” kişiler Üniversiteler/TÜBİTAK/Bakanlıklar dahil çalmadık kapı bırakmadıklarını söyleyerek bilim dünyasına meydan okuyabilmekte. Neden bunlar yaşanmakta? Bu tip tartışmalardan bir sonuç çıkar mı? Böyle kişiler ve olaylar nasıl ele alınmalı? Bir akademisyen televizyonlarda, bu tip ortamlarda tartışmalara girmeli mi?

 

On yıllardır baz istasyonları, cep telefonları ve toplumsal kaygılar konusunda görüş bildirmekteyim; dergi / gazete yazılarıyla, sosyal medya paylaşımlarıyla, lise/üniversite konferanslarıyla, hatta halka açık panelleriyle/seminerleriyle. Tüm bu etkinliklerde bir dinleyicinin “Bir bilim adamı olarak bizi aydınlattınız” demesi, örneğin, “bir bilim insanı olarak ben” diye söze başlama hakkı verir mi?

 

Kimdir bilim insanı?

Bilim insanı bilimle uğraşan kişidir denebilir. Öyleyse, ne demek bilimle uğraşmak?

Bilim insanlığı bir unvan mıdır? Unvan ise kim verir bu unvanı?

Her akademisyen bir bilim insanı mıdır?

Bilim insanları sadece üniversitede mi olur?

Kartvizitinde dekan, rektör yazması yeterli midir bilim insanı olmak için?

Bilim insanlığının tarihsel/toplumsal sorumlulukları var mıdır? Olmalı mıdır?

İyi/kötü, namuslu/ namussuz bilim insanı olur mu? Örneğin, insanlık için büyük adım atma anlamına gelen buluşlara imza atmış bir çocuk tacizcisine bilim insanı denir mi, denmeli mi?

 

Her biri tartışmaya açık olan bu sorular üzerinde işte size bir görüş:

Bilim insanlığı bir unvandır. Bilimle uğraşan, çevre ve toplum yararına çalışmalar yapan, ömrünü problem çözmeye adayan topluluğa verilen bir genel unvan. Bu unvanı tarih verir, toplum verir. Bilim insanı dendiğinde bir saygı, şükran duygusu sezilmekte ve bilimle uğraşanları onurlandırma amaçlanmakta. Bir unvan olarak bilim insanlığı doçentlik, profesörlük gibi akademik unvanlardan çok farklı. Doçentlik ve profesörlük kişisel unvanlar olup hangi kurum tarafından ve hangi koşullar altında verildiği yasa ve yönetmeliklerle belli. Örneğin, mühendislikte doçent olmak için o alanda doktora öğrenimini tamamlamış, bilimsel ve orijinal eserler vermiş olmak yeterli. Benzer şekilde, profesör olabilmek için doçent unvanı aldıktan sonra 5 yıl geçmesi ve yeni çalışmalar yapılması istenmekte.

 

Doçentlik, profesörlük gibi kişisel unvanlar ile bilim insanlığı gibi toplumsal ve onursal unvanların farkı, kullanımda açıkça ortaya çıkmakta. Profesörlük unvanını alan bir kişi “Profesör” diye kartvizit bastırabilir, imza atarken isminin başında unvanını kullanabilir, çünkü bu unvan bir doktor, bir mühendis gibi öğrenimle, bir albay, bir general gibi öğrenim artı yükseltmeyle alınır. Nasıl ki bir cerrah kartvizitinde bu unvanı kullanıyorsa, bir akademisyen de aldığı unvanları her ortamda kullanabilir. Ama hiç kimse “bilim insanı” diye kartvizit bastırmaz, imza atarken bu unvanı kullanmaz. Çünkü bilim adamlığı onursal bir unvandır. Bu kabul altında, kendiliğinden bilim insanının onurlu olduğu, onursuz bir kişinin ise bilim insanı olamayacağı sonucu ortaya çıkmakta. Bilim çevrelerinde kişilerin kendilerinden söz ederken “bir bilim adamı olarak ...” yerine “bilimle uğraşan birisi olarak ...” diye yaklaşmaları sanırım bu onursal unvanın doğru olarak kullanıldığını bizlere gösterecektir.

 

Bilim insanlığı sadece akademisyenlerin, üniversitenin tekelinde değildir. Tarih üniversite görmemiş, akademisyen olmamış bilim insanlarıyla doludur. Öğretim üyesi, araştırıcı, uzman olmak bilim insanı olmak için yeterli değildir. Türkiye gibi, yasayla bir gecede yüzlerce akademik unvanın dağıtılabildiği bir ülkede ne yazık ki bilim kültürü almamış, bilimsel yöntem, bilimsel süzgeç nedir bilmeyen çok sayıda akademisyen, araştırıcı, üniversite mensubu var.

 

Bilimin kendi tekellerinde olduğunu düşünen akademisyenler bunun (bilimi savunmak gibi bir) sıkıntısını yukarıda sözünü ettiğim televizyon programlarında, tartışmalarda yaşamaktalar. Bilimin henüz yetersiz kaldığı bir konuda ortaya atılan iddiaları adeta içgüdüsel göğüslemek istekleri, ancak aşikâr yetersizlikleri bu tip tartışmalarda artı puanları çoğu kez “karşı tarafa” kazandırmakta. Herkesin farklı algıladığı “bilim” gibi bir konuda akademisyenlerin “yaptığınız şarlatanlık, doğru değil, bu mümkün değil” benzeri yüzeysel çıkışları kadar, karşı tarafın “biz çok bilim insanı gördük, bir dedikleri diğerini tutmuyor” benzeri tavırları da düşündürücü hatta ürkütücü.

 

Bilim insanı bu tip tartışmalara girmez, girmemeli!

Bu tip iddialar söz konusu olduğunda sergilenmesi gereken tavır “söylenenler doğru ya da yanlış olabilir, bilimin bu iddiaları dikkate alması, iddiaların bilimsel yöntemle ortaya konması, bilimsel süreçten ve süzgeçten geçirilmesi ile olasıdır. Bilimsel süreç ise yapılanların tekrarlanabilir olmasını gerektirir. İddia sahiplerinin ben yaptım oldu, o zaman olmuştu benzeri savunuları yetersizdir” şeklinde olmalı.

 

Bilim tarihi, önceleri akademisyenlerin, üniversitelerin, enstitülerin saçma bulduğu, ancak sonradan çağ değiştirebilen bilimsel çalışmalarla doludur. Bilim, akademisyenlerin tekelinde olmasa da gelişmeler, istisnalar dışında, bir problemin bilimsel yöntemlerle ele alındığı, araştırma felsefesinin ve bilim kültürünün kazanıldığı bir süreç olarak sağlık bilimlerinde uzmanlık, temel, mühendislik, sosyal ve beşerî bilimlerde ise doktora eğitimini zorunlu kılmaktadır. Ancak, doktora yapmayan bir kişinin bilim kültürünü alabilmesi nasıl çok zor ise, her doktora yapanın da bu kültürü aldığının (özellikle ülkemizde) sanılması o denli yanlıştır. Yüksek öğrenimimizde bunun sıkıntıları açıkça yaşanmakta. Ne yazık ki, araştırma felsefesi ve bilim kültürü alamamış akademisyen sayısı sanıldığından çok fazla!

 

Bir ülkede binlerce akademisyen, uzman olmasına karşın hiç bilim adamı olmayabilir ya da sayıları bir elin parmağını geçmeyebilir.

 

Sizce, ülkemizde yeterli bilim insanı olsaydı ülke bu halde olur muydu?

 

 

 

Yorumlar