02 Kasım 2024
  • Manisa18°C
  • İzmir19°C

ŞAHİN GİBİ KARARLI, YILMAZ BİR ADAM

1960’lı, 70’li yıllar…Türkiye’nin en buhranlı zamanlarıydı. Anarşinin kol gezdiği sokaklara çıkmanın cesaret istediği, üniversite öğrencilerinin hayallerinden vazgeçip okullarını yarıda bıraktıkları dönemlerdi.

Şahin Gibi Kararlı, Yılmaz Bir Adam

05 Mayıs 2015 Salı 16:16

Bu haber toplam 6815 defa okunmuştur

Şahin Gibi Kararlı, Yılmaz Bir Adam
Özel Deneme Yazısı | Hasan Karaboğa

1960’lı, 70’li yıllar…Türkiye’nin en buhranlı zamanlarıydı. Anarşinin kol gezdiği sokaklara çıkmanın cesaret istediği, üniversite öğrencilerinin hayallerinden vazgeçip okullarını yarıda bıraktıkları dönemlerdi. Üst üste iki gün faili meçhul cinayetin işlenmediği vakit “Allah’a çok şükür!” denilen günlerdi. Kriz üstüne krizin yaşanmadığı hafta “Acaba bir sorun mu oldu?” diye endişe duyulan devirlerdi. Osmanlı bakiyesi üzerine kurulan “medeni ülkede” şiddetli fırtınalar kopmakta ve herkes sığınacak güvenli bir liman aramaktaydı. Bunu kim ve nasıl başaracaktı? Bu ülkeyi, bu nesli, bu toplumu sahil-i selamete ulaştıracak bir adama ihtiyaç vardı. Kimdi bu adam?

Ege’nin küçük ve şirin ilçesinin sokaklarında bir adam, güneşin yüzüne dokunurcasına yükseldiği bir sabah vakti hızla yürümekteydi. Sonbaharın sararmış eylül yaprakları, adamın omuzundaki kalın ve uzun paltosuyla dans etmek istercesine savrulmaktaydı. Elinde tahta bavulu, aklında hayalleri, büyük ve sağlam adımlarla tozlu yolları arşınlamaktaydı. Kaçamak bakışlarla bakanlar, bu adamın yüzünde Doğu’nun saflığını ve Dersaadet’in asaletini görmekteydiler. İçlerinden en cesuru, daha fazla dayanamayıp kim olduğunu soracaktı ki korkusu cesaretine galip geldi. Rüzgârda savrulan saçlarına henüz ak düşmemiş bu yağız delikanlı, hayretli bakışlar arasından sıyrılıp yoluna devam etmekteyken bir an durakladı. Boş bir arsanın önünde uzunca bir süre bekledi ve gözleri uzakları süzmekteyken yüzünde ansızın bir tebessüm beliriverdi.

Zaman tıpkı gün gibi, su gibi akıp gitti. O tebessümün ardından tam 20 yıl geçti ve aynı adam, aynı arsanın üzerinde ama bu sefer tebessümle birlikte tatlı bir heyecan yaşamaktaydı. Bazıları garazından bazıları da iyi niyetinden adama karşı çıkıyorlardı. “Cebinde 5 kuruş yokken bu devasa Kur’an Kursu binasını buraya nasıl dikeceksin?” diyorlardı. Adam, elini cebine attı ve cebinden çıkardığı bozuklukları titreyen parmaklarıyla saydı ve maalesef onlar haklıydı. Çünkü adamın avucunda sadece 4 kuruş vardı. Kiminin içten içe güldüğü kiminin ise gözleri ile “seninleyiz” dediği o anda adam, ellerini açıp “Ya Rab! Görüyorsun halimi!” diye haykırdı. Ebedi olan Allah, elbette bu dava adamının haykırışına cevapsız kalmayacaktı. Adam, yalnız olmadığını çok iyi biliyordu. Allah onunlaydı; yol arkadaşı, kader ortağı ve herkesin Hayret(t)in’i (Hayrettin Eryüksel) celbeden kadim bir dostu da hemen yanı başındaydı ve bu yanı başında olma hali yıllar sonra mezarda bile devam edecek kadar ebediydi.

Gökleri titreten haykırışın üstünden 25 yıl geçmişti ve Takvimler 2007 yılının Nisan ayını göstermekteydi. Nisan yağmurları toprağa can verirken sanki can almak istercesine yağmaktaydı. Nisan yağmurlarından denize düşenler, göz alıcı incilere; yılanların ağzına düşenler de öldürücü bir zehre dönüşmekteydi. Sözleri ve nefesiyle ‘can alan’ değil ‘can veren’ o adam, müthiş bir teslimiyetle son nefesini vermekteydi. Son nefesini verirken bile “Evlatlarım! Hayatımın gayesi olan Hilaliye’me sahip çıkın!” demek, büyük adam olmanın, dava adamı olmanın alametiydi. Büyük adamlar, büyük işler yapanlardır; yaşadıkları sürece davası için çalışanlardır ama bu adam, yaşarken olduğu gibi vefatında da çok büyüktü. Her ölümlü gibi ölümü tadan bu adam, binlerce insanın sessiz hıçkırıkları ve kalpten alkışlarıyla son yolculuğuna uğurlanmaktaydı. Kalpten alkışlanmak, her kula nasip olmayacak kadar yüceydi, çünkü kalbi alkış ancak hayır ve dualarla mümkün olmaktaydı. O, öyle büyük bir adamdı ki Vefa’nın sadece İstanbul’da bir semt olmadığını bilecek ve oğluna hocasının ismini verecek kadar Vefa abidesiydi, tıpkı İmam-ı Azam Ebu Hanife gibi. O, öyle büyük bir adamdı ki yol arkadaşlığını ve kader ortaklığını dünyada bırakmayacak ve mezarda da devam ettirecek kadim bir yol arkadaşıydı, tıpkı Hz. Ebu Bekir gibi. O, tam da öyleydi işte, “Hızlı yaşa, genç öl.” diyenlere inat “Hızlı Yaşadı, Bereketli İşler Yaptı ve Yaradana Kavuşmak İçin Acele Etti.” dedirten ŞAHİN gibi kararlı YILMAZ bir adamdı…O, Şahin Yılmaz Hoca efendiydi; hayatının gayesi olan Hilaliye Kur’an Kurslarında yarım asırda binlerce Hafız, on binlerce Kur’an talebesi yetiştiren.

Bir Not: Yukarıda O’nu anlattık. Anlattık ki herkes Kur’an aşığı bu büyük insanı bilsin istedik. Bilsin ki O’nun davasına sahip çıksın, Sahip çıksın ki 17 Mayıs’ta Hilaliye Eğitim Vakfı’nın 85 hafız için yapacağı kırkıncı; Şahin Yılmaz Hocasız sekizinci Hafızlık merasimine herkes katılsın istedik. Detaylı bilgi ve davetiye için hilaliye.com adresini ziyaret edebilirsiniz. 

Yorumlar