23 Kasım 2024
  • Manisa22°C
  • İzmir20°C

SİZ HALA KANDİNSKY’ LEŞTİREMEDİKLERİMİZDEN MİSİNİZ?

Tuncay Şen

04 Şubat 2017 Cumartesi 11:24

Siz Hala KANDİNSKY’ leştiremediklerimizden misiniz?

  Size 1996 yılında Gece Nöbeti dergisinin ikinci sayısında çıkmış yazımı sunacağım.

  Ama bu yazının bir öyküsü var. Önce onu anlatmalıyım.

  Uludağ Üniversitesi Hastanesi Görükle Yerleşkesine taşındığı zaman stajerdim. Eski binasını görmüştüm. Yenisi bizi çok etkilemişti. Aslında hastanenin tüm koridorlarında dünyaca ünlü ressamların poster resimlerinin asılmış olması benim için yeterliydi. Öğrencilerin buluşma yeri olan kafeye yakın  duvarda  soyut bir resim asılmıştı. Önünden geçenlerin illaki bakışlarını kendine çekerdi. Kandinsky e aitti. Ve ilk soyut resim olarak gösterilen eserdi.. Her zaman önünde birkaç öğrenciyi resim hakkında sohbet ederken rastlamak mümkündü. Onlara kendimi fark ettirmeden yaklaşıp sessizce dinlerdim. Çoğunlukla abuk sabuk yorumlardı. Alay ve hakaret içerirdi. “Bundan daha güzelini yaparım” ukalalığına şahit olurdum. Birkaç kez müdahale edip durumun öyle basit olmadığını anlatmaya çalışırdım. Uzayıp giderdi. Yorulup üzüldüğümle kalırdım.

  Gece Nöbeti Dergimizin ikinci sayısı için hazırlayacağım yazının konusu belli olmuştu. İlk sayı da Frida Kahlo’yu ele almış, iki resmini de yorumlamıştım. Ama Kandinsky iddialı bir konuydu. Kütüphane den detaylı hayat öyküsü ve sanatı hakkında araştırma yaptıktan sonra Resim bölümünde tanışık olduğum öğretim görevlisine gittim. Durumu anlatıp amacımı söyledim. Bana elinde bulunan yeni kaynakları verirken birkaç öneride bulundu. Hayatını ansiklopedik bilgi tarzında anlatmamın bile o resim karşısında ukalalık yapanları şaşırtmaya yetebileceğinden bahsetmişti. Yazıyı okutturacak olan başlığıdır, bunu öncelikle başarmamı istedi. Yazı  mutlaka  mahlas isimle yayınlanmalıydı. Ancak  okulun öğrencisinin yazdığı okura  mutlaka hissettirilmeliydi.

 Yazı bu şartlarda yazıldı. Ardından başka bir sorunu çözmem gerekecekti.

.Derginin bu sayısında bir şiirim çıkacaktı.  İlaveten Bursalı şair Ziya Aksakal’dan  ilk defa yayınlanacak bir şiir almıştım. Bu şiir de bana ithafen yazılmıştı.Şair şiiri bana verdiği haliyle  yayınlanma şartı koymuştu.. Bir de üstüne Kandinsky konulu bir yazı! Hiç birinden vazgeçmem mümkün değildi.  Birkaç ay sonra mezun oluyor olmam bana bir ayrıcalığın sağlanmasını mümkün kıldı.  Süha ismini genel yayın yönetmeni Engin buldu. Soy ismini de ben. Sonunda iki şiir ve bu yazı aynı sayıda yayınlandı.. Derginin ikinci sayısı benim için bu yüzden çok değerlidir.

  Aradan yirmi yıl geçti.  Bu yazıdan sonraki yıllarda Türkiye de  Kandinsky hakkında birçok kitap çıktı. Hepsi kitaplığımdadır. Bu kitapların bireşimiyle Kandinsky hakkında yeni yazılar yazmam gerekiyor.

 Ama önce 1996 yılında yazdığım yazıyı verelim.

   Tuncay Şen

   drtuncaysen@akhisarhaber.com

 

Siz Hala

KANDİNSKY’ leştiremediklerimizden misiniz?

 Saat gece yarısını çoktan vurdu. Bir gece nöbetinde “GECE NÖBETİ” için yazı yazmak…İlginç bir duygu… Hastanemizin en konforlu kliniğinde; gündüzleri peşi sıra vizitlerden sonra, günaşırı nöbetler de hala dinç olmamı sağlayan “şeyin” ne olduğunu bulmakta pek de zorlanmıyorum. Sadece bunca yıldır hala yitmeyen tıp aşkı değil elbet bu dinamikliğin temelinde yatan… Öyleyse? Sizi daha fazlaca sıkmadan çıkarayım ağzımdaki baklayı. En sevdiğim ressamlardan birisinin resimleriyle dolu bir klinik burası… Yetmez mi? Sıkıldığım anlarda koridoru bir ileri bir geri arşınlıyorum ya da bir bahane bularak hasta odalarına girip resimleri seyre koyuluyorum. Hastaların tuhaf bakışlarına aldırmadan. Hocamız Prof.Dr.Ender Korfalı’nın “hastalarımızı rahatlattığına inanıyorum” dediği bu ressam beni de fazlasıyla yatıştırıyor.

  Evet.. Bu kadar laftan sonra bahsi geçen ressamımızı tanımaya geçelim mi?

   Wasili Kandinsky… 1886 da Moskova da doğdu. Çocukluğu ile ilgili kayda değer bilgi bulamadığım için eski Türk filmlerinde ki gibi hemen yetişkin yaşlarına getireceğim Kandinsky’i.

  Hukuk ve iktisat eğitimi gördü.1889 da Kuzey Rusya’ya yaptığı bir araştırma gezisi onun ufkunu açar. Burada zengin halk süsleme sanatı ve ikonları yakından tanır.

  1895 de Moskova’ da Empresyonistlerin ( izlenimciler) sergisi açılır. ” Saman Yığını” adlı tablonun karşısında donakalır. Bu tabloyu yapan ressam “Empessio” adlı eseriyle Emresyonizme ismini veren Monet’dir.” Saman Yığını” onu epeyce heyecanlandırmış, sarsmıştır. Monet’in tabloları onun iç dünyasında resimde konunun gerekli olup olmadığı ile ilgili kuşkuya düşmesine yol açtı.

  Bir yıl sonra 30 yaşına bastığında Münih’e resim öğrenimi gitmeye karar vermiştir.

  1902 de Evliya Çelebi gibi gezmeye başlar. Beş yıl süren bu gezilerde Fransa, Hollanda, Tunus, İtalya ve Rusya’nın birçok yerlerini adeta karış karış dolaşır. İçinde müthiş araştırma hevesi doğmuştur. ( ve  bu heves ölünceye dek devam etmiştir.) Bu yıllarda ki eserlerinde emresyonizmin ve Rus romantizminin izleri göze çarpar.

  Gezip gördüğü yerlerde yaptığı araştırmaları sonucunda edindiği birikim, yıllar öncesinde Monet’in tablosu karşısında duyduğu ilk kuşkuyu depreştirir. “Sanatta düşünsel olan üstüne” adlı kuramsal metnini yayınlar ve sonra ilk soyut yapıtlarını vermeye başlar. Bu dönemde “Kuleli Manzara” ve “Murnau Yakınlarında ki Demiryolu” yapıtları dikkat çeker.

  1908 de tekrar Münih’e döner. Kentte( Münih) ve kırsal da (Murnau) çalışır. Kır-kent çelişkisini sürekli yaşar. Yavaş yavaş koptuğu figüratif sanattan 1910 da tamamen uzaklaşır. Kısa sürede biçimlere son derece kişisel yalınlık kazandırmayı başarır ve özlü renkler kullanmaya başlar. ( Doğaçlamalar 3)

  “İlk soyut suluboya” eseriyle suluboya da da soyuta ulaşır. Sonraki eserlerinde açık bir çift boyutluluk, keyfi bir mekan düzenlemesi, grafik unsurlar ve bağımsız renklerle belirginleşen bir soyutlama gözlenir. Derin bir düşüncenin olduğunu çağrıştıran yapıtlarında kuramsal hazırlık yine de hiçbir zaman dışa vurumunun (yaratıcılık) önüne geçmiyordu. Ancak sanatçı her yapıtının ardından temel yazılar kaleme almaktaydı. Yapıtları giderek daha özgürleşiyor, konu rengin içinde silikleşiyor, dağılıyor ve boğuluyordu. Çok geçmeden tablolarının konuyu çağrıştıran bir boşluktan mantıksal olarak uzaklaştığı görülür ( Doğaçlama 6)

  Konu artık varoluş nedenini yitirmişti. Çünkü biçim ve renk tek başına iç heyecanı açıklayacak bir dilin öğelerini oluşturuyordu. Özgürlük deneyimi hızlı ve denetimli bir uygulamaya, resim uzamının, renkli biçimlerde (“ lekeler ve Çizgiler”) özgürlüğün üst derecesini bir başka deyişle ressamın arzuladığı fırçadan belleğindeki hızlılığı açıkça ortaya koydu

  1911 de “Mavi Süvari” grubunu kurdu.

   Denemelere dayalı sıkı bir çalışmanın ürünü olan yapıtları arasında doğadan esinlenen “izlenimler” insan ruhundan kaynaklanan “ doğaçlamalar” ve sezgi gücüyle son derece titiz bir çalışmayı birleştiren “kompozisyonlar” yer aldı.

 Yapıtlarını artık geometrik ögelerden kalkarak kuruyordu. Süprematizm ( kübizmden türemiş bir hareket) akımına da yansıdı.

  Çizgi, daire, kare, üçgen vb artık zaman, renk, ses gibi soyut kavramlara bağlı karmaşık bağıntılar bütününü canlandırıyordu. Ve nihayet Brauhaus sanat okulunu kurdu.

  “Üç lekeli tablo” …“ Dalgalanan hafiflik” .. “onüç düz açı” uyarak tuvale dağıtılmış hayali figürlerle bağdaşan renklerin her türlü düşünce ve duyguyu getirebileceğini göstermek ister.

   1913 de Klönge adı altında topladığı şiirlerini 56 tahta oymasıyla yine kendi resimledi.

  1914 de savaş patlak verince Moskova ya döndü ve devrimin coşkusuna kapılarak örgütsel çalışmalara başladı. 1918 de Eğitim işleri halk komiserliğinin güzel sanatlar bölümünde görevlendirildi. Dersler vermeye başladı.

  1921 de tekrar Almanya ya gider Burada da dersler vermeye devam eder. Resimlerinde olduğu gibi derslerinde de temel ilke nesnelerin yapısına ulaşmak ve göstergeleri simgeye dönüştürmekti.

 Bu arada “ Düzlemde Nokta ve Çizgi” adlı kitabı yayınlanır.

 Sanatında yeni bir eğitim oluşmaya başlar. Lirik geometri olarak tanımlanır bu eğitim (“Sarı, Kırmızı, Mavi”) mimarlık dönemi ve çemberler dönemine ait yapıtlarında bu kitabında değindiği eğilimi yansıttı. Blauhaus Bücher de de bu yönde yazıları çıkmaktaydı.

  Geometrik biçimler ve renklerin kaynaklarını araştırmaya başlar.

   1928 de Musorsgsy’in Bessau tiyatrosunda sahneye konan “bir sergiden tablolar” adlı yapıtının dekor ve kostümlerini gerçekleştirir. Aynı yıl Alman uyruğuna geçer.

  Yıl 1933. Naziler Bauhaus’u kapatır. Kandisky Fransa ya gitmek zorunda kalır. Fakat burada az tanınmaktaydı. Bu dönemde onun sanatı lirik bir sezgiye ve biçimlerin tümden gelim yöntemiyle oluşturulmasına dayanıyordu. Geometrik biçimlerle esnek ve kıvrımlı unsurlar bir araya getirilmiş ve incelikli karmaşık bir renk uyumu sağlanmıştı. “Devinim1”

 Son yapıtlarında “ Gök mavisi” , “ılımlı coşku”

Slav ve Asya kökenli süsleme motiflerine ve düşsel biçimlere de yer verdi.Bu yıllarda o artık  Fransız uyruğuna geçmiştir. “büyük birleşim” dönemi diye adlandırılan yaşamının son on yılında kimi kez kabaca büyütülmüş kimi kez inceltilmiş geometrik biçimlerinde hoş ve zarif renklerinde zamanın ve uzanın alaylı ölçümüyle ilgili izlenimi güçlendirdi. “kompozisyon X” “karşılıklı uyum”

 Kandinsky zengin ve gelişim çizgisiyle modern resmin yollarından birini açmıştır. Açtığı bu yolda sonraları birçok ressam yetiştirmiştir.

  1994 de Neuilly-Sur- Seine de yaşama veda etti. Ölümünden sonra karısı Nina tarafından Paris Art Modern Ulusal müzesine birçok yapıtını bağışlamıştır.

  Ümit ederim ki bu yazıyı okuduktan sonra Kandinsky’ nin resimlerini seyretme arzusu içinizde belirmiştir. Bu cevabınız evetse Beyin cerrahisi Kliniğimizi gezebilirsiniz. Tabii kliniğinin trafiğini arttırmamak koşuluyla..

  Sahi unuttum siz hala Kandinsky’leştiremediklerimizden misniz?

 

Gece Nöbeti Dergisi sayı 2, sf :32, 33  (1996)

kandinsky.jpg

Yorumlar