Sen bilirsin
Başın sağ olsun Türkiye’m!
Yine büyük bir yıkımın yarattığı acının içindesin. Yine yitirilen canların yarasını yüreğinin ta içinde hissediyorsun. Yine toplumsal dayanışmanın, farklı inanç, düşünce ve etnik ayrılıklara rağmen Anadolu Kardeşliği’nin oluşturduğu yardımlaşma ruhunun güzel burukluğunu yaşıyorsun. Yine üzerinde yaşadığınız coğrafyanın sessiz çığlıklarını dinleyen bilim adamlarının “Deprem geliyor” haykırışlarını dinlemeyip son resmi açıklamaya göre yitip giden 47.975 canımızın ve Dünya Bankası hesaplarına göre 100 milyar doları aşan maddi hasarın derdiyle başbaşasın. Yine maden kazalarında yitirdiğimiz canların ardından “Bu işin fıtratında bu var.” ; sellerde, orman yangınlarında yitirdiklerimiz için “takdir-i ilahi”; depremlerde yıkılan çürük binaların enkazları altında can veren canlarımız için “Kader planımızda bu da var.” diyen bir yönetim anlayışının kurbanısın.
Oysa Allah’ın bize verdiği en kıymetli nimet olan aklımızı kullanıp, doğanın sesini dinleyerek ondan yararlansaydık, onun uyarıları doğrultusunda tedbirlerimizi alsaydık; ne bu yaşananlar “takdir-i ilahi” olacaktı ne de bu “kader planımız”da bunlar olacaktı. Bak ne diyor Mehmet Akif Safahat’ında kader hakkında:
“Donanma , ordu yürürken muzafferen ileri,
Üzengi öpmeyi hasretti garbın elçileri!
O ihtişamı elinden niçin bıraktıktan da,
Bu gün yatıp duruyorsun ayaklar altında?
“Kadermiş!” öyle mi?
Haşa, bu söz değil doğru;
Belanı istedin Allah da verdi… Doğrusu bu
Çalış dedikçe şeriat, çalışmadın, durdun,
Onun hesabına bir çok hurafe uydurdun,
Sonunda bir de tevekkül1 sokuşturup araya,
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!
Ya sen nesin? Mütevekkil2 ! Yutulmaz artık bu!
Biraz da saygı gerektir. Ne saygısızlık bu!
Hüda’yı kendine kul yaptı, kendi oldu hüda
Utanmadan da tevekkül diyor bu cür’ete… Ha?
“Kader” senin dediğin yolda şer’a bühtandır3 ;
Tevekkülün, hele, hüsran içinde hüsrandır.
Ömer, tevekkülü elbet bilirdi bizden iyi…
Ne yaptı “biz mütevekkilleriz” diyen kümeyi.
Dağıttı, kamçıya kuvvet, “gidin, ekin!” diyerek.
Demek: tevekkül eden, önce mutlaka ekecek;
Demek: tevekküle pek sığmıyormuş, anladın a,
Sinek düşer gibi düşmek şunun bunun kabına.
Allah’a dayan, sa’ye4 sarıl, hikmete5 ram ol6
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.”
(1.Tevekkül: Her şeyi Tanrı’ya, yazgıya bırakma.Her şeyi Tanrı’dan bekleme. 2.Mütevekkil: Tevekkül eden. 3.Bühtan: Kara çalma, suç yükleme. 4.Sa’ye: Çalışma, gayret sarfetme. 5.Hikmet: Bilgelik 6.Ram olmak: İtaat etmek, bağlanmak)
Neden 11 Mart 2011’de Japonya’da yaşanan 9.0 şiddetindeki deprem ve onun oluşturduğu tsunaminin etkisiyle 15.690 kişi hayatını yitirirken; neden 27 Şubat 2010’da Şili’de yaşanan 8.8 şiddetindeki depremde 500 kişi ölürken; neden 2 Ağustos 2014’te Çin’de yaşanan 7.7 ve 7.8 şiddetlerindeki ikiz depremlerde 800 kişi ölürken; Türkiye’mizde 5 Şubat 2023 günü saat 04.17’ de Kahramanmaraş Pazarcık merkezli 7.7 ve aynı gün saat 13.24’ te Kahramanmaraş Elbistan merkezli 7.6 şiddetli ikiz depremlerde son verilere göre 47.975 canımız gitti?
Doğa olaylarının doğurduğu sonuçları “takdir-i ilahi” , “işin fıtratı”, “kader planımızda var” diyerek sorumluluklarından kurtulmaya çalışanlara soruyorum; sizin hiç sorumluluğunuz yok mu?
Gevşek verimli tarım alanlarını rant uğruna imara açan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın; yapılmaması gereken dolgu alanlarına hava alanları, yörenin jeolojik özellikleri bilindiği halde 5-10 cm lik asfaltla kaplanmış karayolları yapan Ulaştırma Bakanlığı’nın hiç mi sorumluluğu yok? Çeşitli Saiklerle yapması gereken denetimleri yapmayan yapı denetim firmalarının; eş dost ilişkileri ile vermemesi gereken oturma ruhsatlarını veren yerel yönetimlerin; kaçak yapılan yapıları, plan harici çıkılan katları, siyasi rant uğruna, hem de “imar sorunlarınızı çözdük” diye övünerek torba yasa kapsamında imar afları kanunları çıkarıp uygulamaya koyan millet vekillerinin hiç mi sorumluluğu yok?
Hastaneleri yıkılan Sağlık Bakanlığı, okulları yıkılan Milli Eğitim Bakanlığı sizin hiç mi sorumluluğunuz yok?
Deprem sonrası arama-kurtarma-enkaz kaldırma çalışmalarını düzenlemekten; afetzedelerin barınma-beslenme-korunma ihtiyaçlarını gidermekten sorumlu İç İşleri Bakanlığı, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı sizin hiç mi sorumluluğunuz yok?
21 yıldır yönettiğiniz ülkenin “Tüm alt yapı sorunlarını çözdük. Bölünmüş yolları, köprüleri, tünelleri, hava alanlarını, şehir hastanelerini yaptık. Bundan sonra refahı paylaşacağız.” diye övündüğünüz ülkenin deprem bölgesindeki Adıyaman’ına gidip “Hava koşullarından ve ulaşım zorluklarından dolayı ilk birkaç gün size yardım edemediğimiz için sizden helallik diliyorum.” deyip yine mağdurum mu diyorsunuz? Suç inşaatlarını gerektiği gibi yapmayan mütahitlerin mi sadece? Sizin hiç mi sorumluluğunuz yok?
Ne olur, en azından içinizden biriniz şu beğenmediğiniz Yunanistan’ın Ulaştırma Bakanı’nın yaptığını yapın. Adam (Kostas Karamannis) hem de göreve daha yeni atanmışken 1 Mart 2023 günü 57 kişinin ölümüyle sonuçlanan tren kazası sonrasında “Böylesi bir trajik olaydan sonra hiçbir şey olmamış gibi göreve devam etmek imkansızdır.” diyip istifa etti. Hadi, ne olur, hiç olmazsa biriniz… Ha… Yok değil mi? Ama dur… Depremden 33 gün sonra Adıyaman Valisi deprem sonrası sorumluluğunu değil “sağlık durumunu” gerekçe göstererek istifa etti.
“Takdir-i ilahi”, “işin fıtratı”, “kader planımızda bu da var” diyerek sorumluluklarından kurtulduklarını sananlara; almadıkları tedbirlerin sonrasında yitip giden canların hesabını inanıyorum ki en azından “ilahi adalet” soracaktır. Ama ey halkım sen, sen ne yapacaksın? Düşünmeyecek misin? Sorgulamayacak mısın? Yargılamayacak mısın? İnancının sömürülmesine, ticaret, siyasete alet edilmesine izin mi vereceksin?
“Hak-hukuk-adalet” ten mi “ehliyet-liyakat-meziyet” ten mi yanasın? Yoksa yandaş kayırmacılığından mı yanasın? Eğer ikincisi diyorsan, kusura bakma, “dillim varmıyor ama, günahın büyüğü sende” sen bilirsin.