SON SÖZ
“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez.
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.”
MEHMET AKİF ERSOY
Tarihin ilk çağlarından itibaren Türk devletlerinin dayandığı en temel ilke milli birlik ve beraberliğin sağlanmasıdır. Bu temel ilkenin uygulandığı dönemlerde Türk devleti varlığını güçlü bir şekilde sürdürmüş vatandaşlarının mutlu ve müreffeh bir hayat sürmesini sağlamıştır. Türk milletinin örgütlenmiş hali olan Türk devletinin bu özelliğini bilen başta Çinliler olmak üzere hemen bütün dış güçler Türklere karşı “ parçala ve hükmet” politikasını uygulamışlardır. Bunun böyle olduğunu Uygurlar zamanında Türk birliğinin sembolü olarak kabul edilen bir kayanın Çinliler tarafından parçalanıp götürülmesi ve sonrasında dağılan Türk milletinin içine düştüğü durumu anlatan Göç destanı göstermektedir.
Orta Asya’da İran’da kurulan Türk devletlerinin ortak amaçlar çevresinde buluştukları dönemlerde güçlendiklerini, amaç birlikteliğinden uzaklaştıklarında parçalanıp yıkıldıklarını tarihler yazmaktadır. Anadolu Türk birliğinin sağlanmadığı yıllarda yaşayan Türk devletleri de varlıklarını uzun süre sürdürememişlerdir.
Yine milli birlik ve beraberliğin sağlanamamasının doğurduğu en acı örneklerden biri Balkan savaşları (1912-1913) sırasında yaşadıklarımızdır. Bu savaşlar sonrasında Balkan yarımadasındaki geniş toprakları kaybettik. Daha sonra yaşadığımız I.Dünya Harbi (1914-1918) hezimeti yine milli birlik ve beraberliği sağlayamayan, kendi iktidarlarının devamından başka bir şey düşünmeyen yöneticilerin yaptıklarının bir sonucudur. Ülkeyi Hürriyet ve İtilaf Partisi yandaşlarının yönetimde olduğu Damat Ferit Paşa yönetimi yönetiyordu. Bunlar ülkenin galip devletler tarafından işgaline karşı çıkmıyordu. Buna karşılık İttihat ve Terakki Partisi yanlıları işgallere karşı çıkıyor, Reddi İlhak ve Kuvayi Milliye Cemiyetleri kurarak silahlı mücadeleyi savunuyorlardı. Ülkede milli birlik ve beraberlik yoktu.
Türk milletine yaşayacak bir vatanı bile çok gören I.Dünya Harbi’nin galip devletleri (İngiltere, Fransa, İtalya, ABD) ve onların piyonları durumunda olan Yunanlılara ve Ermenilere karşı bir var olma (Milli Mücadele) savaşı başlatmak isteyen başta M.Kemal ve arkadaşları önce milli birliği sağlamayı hedeflemişlerdir. M.Kemal: “ Bir milleti ayakta tutan iki cephe vardır. İç cephe, dış cephe. Asıl olan iç cephedir. Bu cephe bütün milletin oluşturduğu cephedir. Dış cephe ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe malup olabilir; fakat hiçbir zaman bir memleketi yok edemez. Memleketi temelinden yıkan iç cephenin çökmesidir.” (Nutuk) diyerek milli mücadele öncesinde milli birlik ve beraberliği sağlamayı hedef almıştır. Bu amaçla yayınladığı Amasya Genelgesi’nde (21-22 Haziran 1919): Halktan kopuk olan Osmanlı hükümetinin bağımsızlığını kaybetme tehlikesini belirtip vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı tehlikededir; vatanın ve milletin içinde bulunduğu bu durumda yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır; bunun için milletin temsilcilerinin Sivas’ta bir araya gelerek milletin haklarının tüm cihana duyurmak amacıyla milli bir kongrenin toplanmasını istemiştir.
4 Eylül 1919 tarihinde toplanan Sivas Kongresi’nde girilecek milli mücadelenin amacı belirlendi: Vatan bir bütündür, bölünemez. Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı millet top yekün kendisini savunacaktır. Kuvayi Milliye tek kuvvettir. Manda ve himaye kabul edilemez. Milli iradeyi temsil etmek üzere millet meclisi toplanacaktır. Vatanı ve milleti savunmak üzere kurulan yerel milli müdafai hukuk cemiyetleri birleştirilecektir.
Alınan kararlar uygulamaya koyulmuş, 23 Nisan 1920’de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmıştır. Yapılan müzakereler ile milli birlik ve beraberliğin sağlandığı iç cephe kurulmuş, bir yandan da dış cepheyi oluşturacak olan milli ordu İstanbul hükümeti ve galip devletlerin engellemelerine ve hatta çıkardıkları isyanlara rağmen kurulmuştur.
Mili birlik ve beraberliğimizin sembolleşmiş hali olan milli ordumuz; doğuda Ermeniler, güneyde Fransız-İngilizlere,batıda İngiliz destekli Yunanlılara, güneybatıda İtalyanlara, kuzeyde Pontusçu Rumlara karşı başarılı mücadeleler vererek bu aziz vatanı kurtarmışlardır.
Bu milli birlik beraberliğimizin zaferidir. Kurtarılan vatan toprakları üzerinde kurulan bağımsız Türkiye Cumhuriyeti devleti milletiyle birlikte belirlediği “çağdaş medeniyetler seviyesinin üzerine çıkma” hedefi doğrultusunda kısa zamanda çok büyük işler başarmıştır. Yüz yıllık cumhuriyet devrimizin ortak amaçlar etrafında buluştuğumuz dönemlerinde huzur ve refahımız artarken ortak amaçlarda buluşamadığımız; milli birlik ve beraberliğimizi sağlayamadığımız; dayanışmadan çok kutuplaşmayı ön plana çıkardığımız; barıştan helalleşmeden kaynaşmadan dostluktan yana değil; bölüp parçalayarak ötekileştirmeden “ya bendensin ya da millet düşmanısın, devlet düşmanısın, din düşmanısın, bölücüsün.” Diyenlerden yana olduğumuz dönemlerde toplumumuzda ne huzur ne refah ne mutluluk kalmıştır. İç cephe çatırdamaya, ülkenin geleceğine karşı umutlar kararmaya başlamıştır. Göç Destanı’ndaki gibi ülkenin her değeri ülkeyi terk etmeye, geleceğini başka diyarlarda aramaya başlamıştır. “ Giderlerse gitsinler” diyerek umursanmayan, küçümsenen yetişmiş beyin güçlerinin yerini dolduracağını beklediğimiz eğitim çağı gençliği de eğitimlerini başka ülkelerin eğitim kurumlarında yapmayı hedeflemek aşamasına gelmiştir. Eğitimde fırsat eşitliği ortadan kalkmış, eğitim bir içinde bulunduğu ekonomik koşulun bir üstüne çıkma aracı olmaktan uzaklaşmıştır.
Ne dersiniz? Biz hangi konumdayız?
Birlikteliğin mi bölünmenin mi içindeyiz?
Yüreklerimiz topluca mı çarpıyor, yoksa gemisini kurtaran kaptan mı diyor?
Memnunsan, mutluysan, geleceğine dönük korkuların yoksa devam et. Ama memnun değilsen, mutlu değilsen, geleceğe dönük korkuların varsa güç sende, oy sende, sen bilirsin…